25 Eylül 2011 Pazar

Cleland Dogal Yasam Parki

Bu Avustralya'lar doğayı seviyor hem de saygı duyuyor... Hayatlarında içiçeler, çocukları yaşama saygı duyarak, etraflarındakileri tanıyarak büyüyor... Sevdim.... Her yerde parklar, bahçeler, doğal yaşam parkları vs var.

Doğal yaşam parkı da ne demiştim gidince anladım. Burada hayvanlar canlılar daha özgür ve insanlarla iç içe... Eğer insana bir zararı yoksa, insanla temasını kısıtlamamışlar... Parka girildiği andan itibaren sağım solum değişik canlılarla doluverdi. Beton yığınına alışık bir yaşamdan böyle bir ortama girince deliye dönüyor insan. Dönmez mi?

Çitlerle çevrili devasa yeşillik alanlar, içleri kangurular, kuşlar binbir çeşit hayvan dolu. Girişte satılan yemlerden de aldıysanız, gidip onlara dokunmanız ellemeniz işten bile değil. Ha tabii karşınızdaki arkadaş dost canlısı ise... Yoksa "Hıh seninle mi uğraşacağım" deyip arkasını dönüp çekip gidiyor, kalkalıyorsun öyle...

Hayatta sokak kedisi ve sokak köpeği, birkaç da güvercin ve martı dışında fazla çeşit hayvanla sosyalleşme imkanı olmamış birisi olarak önce nereye koşuşturacağımı şaşırdım tabi... Dostane bir tanesini bulana kadar o kanguruya koşuşturdum. Etraftaki kanguru bolluğunu görünce bir süre sonra, tamam ya bu normal birşey deyip daha normal davranmaya başlayabildim nihayet... Ama neticede hayvanların arasındasın, her an komik bir şey olması çok normal. Kibar kibar yemek alırken birden yiyecek poşetine saldıran kanguru gibi :) Ufak bir çekişmemiz oldu, senindi benimdi diye. Gözüme bir yumruk yemediğim için şanslıyım sanırım...



Değişik hayvanlar kangurular... Güçlü bir kuyrukları var ve üçüncü bir ayak gibi kullanıyorlar. Uzak mesafelere sıçramak istedikleri zaman kuyruklarından güç alıp kendilerini ok gibi ileri fırlatıyorlar. Ve şöyle ayağa dikilip karşına geçtiklerinde, hah şimdi uçan tekme geliyor izlenimi veriyorlar. Gene de sevimliler, aralarında olmak eğlenceli.

Bir de Emu'lar var Avustralya'nın simgesi. Her resmi belgede yer alan muhteşem ikili kanguru ve emu. Avustralya'ya özgü hayvanlar olmalarının yanısıra, bir de manevi anlamı simgeliyor bu iki hayvan. Emu ve kanguru her ikisi de geri geri gidemiyor. Bu durumu Avustralya'lar hayata bakış açıları ile özdeşleştirmişler. Asla geri gitmek yok, daima ileri... Bakış açısını beğendim. Hayat bir yolculuksa, daima ileri... Emu demişken, bildiğimiz devekuşunun Avustralya'lı bu akrabası ile elektriklerimiz hiç uyuşmadı. Her an burnumu ısıracaklarmış ifadesi vardı yüzlerinde. Yan yan bakıp üzerime doğru yürüdüklerinde, kendimi Jurassic Parkta etrafım dinozorlarla sarılmış gibi hissettim. Kesin akrabadır bunlar da...



Tazmanya canavarı ile de tanıştık bugün yakından. Etrafı kasıp kavuran meşhur Looney Tunes karakteri Taz... Tabi kendileri azıcık dişli bir arkadaş olduğundan bizimle sosyalleşmesine izin vermemişler, iyi de etmişler. Minicik gövdesi ile pek bir zararsız görünse de, ağzına sığmayan dişler "gelmeyi bir dene istersen" diyor. Bu minik şeytanlar ağırlıklarının 3 katı yemek yiyen ve pek de yemek ayırt etmeyen canlılarmış. Et, kürk, kıl tüy yiyerek resmen bir çevre temizlik görevlisi işini üstleniyorlar. Kemiği sindirebilen ender hayvanlardanmış kendileri, ve dişleri ile kemikleri kolayca un ufak edebiliyorlarmış, saygılar....



Etrafta koşuşup duran bir takım yaratıklar daha vardı. Rastladığım bir tabelada öğrendim ne olduklarını. İsimleri bandicoot imiş. Tabelada "Sıçan değilim ben, bandicoot'um yazıyordu" Bu arkadaşları da çok eğlenceli buldum ben. Oradan oraya koşuşturup durmaları, yiyecek birşeyler var mı diye yanyan bakmaları çok komik.



En büyük ilgi ve alaka Koala'lara... Koala görmek için uzun bir kuyruk oluşturmuştu insanlar. Eh biz de uyduk tabi. Bazı koalaları bir çeşit eğitime tabii tutmuşlar. Fotoğraf çekmek isteyen insanlara tahammül etmek ve dalın üzerinde sakin sessiz oturup okaliptüsünü yiyerek insanların tacizine ve fotoğraf çekmelerine göz yummak eğitimi. Yedikleri okaliptüste bol miktarda toksin olduğu ve yediklerini sindirip toksini atabilmek için, yavaş bir metabolizmaya sahip olup sürekli sindirim yaptıkları için günde 18 saat uyuyan koalalar, bu zor görevi gerçekleştirmek için vardiyalı çalışıyor. Uyku odalarında uyuyan koalalardan hangisi uyanırsa, o koala göreve çağrılıyor. Bizim kurbanımız 5 yaşında güzeller güzeli bir hanım olan Mia idi. Vallahi billahi mıncıkladım, tabii izin verdikleri kadar. Zaten insanın alıp eve götüresi geliyor, zor koptum yanından.. Kucağına alıp profosyonel fotoğraf çekilmek isteyen olursa 30 ve 50 $'lık paketlerden birini satın alıp bu isteğini gerçekleştirebiliyormuş.



Bir de tembel teneke takımından Wombat'lar vardı. Bu ağır abilerin de gayet enteresan özellikleri var tabi... Mesela hiç durmadan uzayan dişleri... Bulundukları yerde, elinizi sokmayın ısırabilir yazması normal tabi.. Avustralya'nın keseli hayvan aile fertlerinden biri. Toprak kazıcılar, çalılık alanlarda aşırı sıcaklardan korunmak için gündüzleri toprak altındaki yuvalarında takılıyorlamış. Geceleri aktif olup dışarı çıktıklarında dikkat edin, çünkü kaya gibi sağlam yapıları olduğundan bu kocaman taşlara çarparsanız arabanız pert olur diyorlar...



Avustralya denince gene akla gelen bir canlı olan dingolar da vardı. Ne kadar tehlikeli olabilirler bilmiyorum ama bulundukları alan bir hendekte yapılandırılmıştı ve ziyaretçiler bu alanın üzerindeki balkonlardan bakabiliyorlardı. Bir de bunlara ek olarak, alanın etrafı, bir katı elektrikli tel olmak üzere iki kat bariyer ile çevrilmişti. Dingolar mı çok akıllı ve tehlikeli yoksa ozi'ler mi çok garantici karar veremedim. Kıtaya aborjinler ile gelmiş, sonradan yerlisi olmuş bu hayvanların bence klasik Istanbul sokak köpeklerinden pek farkı yoktu. Sessiz sessiz kemiğini kemirirken gayet "evcil" görünüyorlardı ve insan yanına gidip sevmek istiyordu....



Tüm bunlar bir yana parkın içinde gezmek bile başlı başına çok keyif verici idi. Gökyüzüne uzanmış okaliptüslerin otantik görüntüsü, her yerde uçuşan rengarenk çeşit çeşit kuşlar... Daha fazlasını görmek isteyenler için çeşitli habitat alanları yapılmış, içlerine girerek kuşların içinde bulunduğu alanlarda yürüyüp kuşlar daha yakından da izlenebiliyor. Bir de harika bir sulak alan yapmışlar ve orada öyle bir ekosistem oluşmuş ki, bir çok ziyaretçi yerleşmiş bu mekana. Pelikanlar gibi. Günün bir kısmını okyanusta geçirip, daha sonrasında parka geliyorlarmış yeme içme faaliyetlerinden faydalanmak için. Bu sulak alanda envai çeşit kuş, yan yana gayet güzel yaşıyorlar ve insandan da çekinmiyorlar. Her yerde yuvalar görülüyor, anneler yavrularını oraya buraya saklamadan etrafta beraber geziniyorlar. Ve hiçbir insanoğlu çocuğu da kuşları kovalayıp orasını burasını çekiştirmeye kalkmıyor. Hayran kaldım!!!



Çıkışa doğru ilerlerken kangurunun bir küçük boyu olan Wallaby'lerin alanından da geçiliyordu. Ben bu minyatür kangurulara bayıldım. Aklım onlarda kaldı resmen, çıkarken sorsa mıydım görevlilere bir tanesini alabilir miyim diye... Bahçedeki çimleri de yerlerdi iyi olurdu aslında. :)



Çıkmadan önce hediyelik eşya mağazasına da girmeyi ihmal etmedim tabi. Alıcı değil bakıcı idim aslında. Karıştırmadık yer kalmadı, bumeranglar, timsah derisi şapkalar... Hehe almadım ama fotoğraflayarak şimdilik küçük anılarla ayrıldık oradan... Bir gün bumerangım olur mu olmaz mı bilemiyorum ama ben burayı bir gün yeniden ziyaret edeceğime eminim... Zaman nasıl geçti, saat nasıl da hemen 5 oluverdi anlayamadım..



Ne gündü ama!!!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder