Avustralya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Avustralya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ekim 2011 Pazartesi

Innes Park - Yorke Peninsula

Avustralya... Kıtayı kaplayan kocaman bir ülke, dört bir yanında bakir kalmış güzellikleri ile keşfedilmeyi bekliyor. Bu haftaki macera, Güney Avustralya'daki yarım adalardan biri olan Yorke Peninsula'da yer alan Innes National Park'ta kamp yapmak...


Kamp yapmak Avustralya'lıların yaşamlarının bir parçası.. Her yerde bir kamp alanı bulabilmek mümkün. Bu alanların çoğu doğal parklarda. Bu da geceleri etrafınızda kangurularla, devekuşu benzeri dev kuşları emularla uyuyup, sabahları papağanların gürültüleri ile uyanmak demek...



Bu doğal yaşam alanlarından biri de Innes National Park. Yarımadanın uç noktasını kapatmış olan park içinde eşsiz bir canlı çeşitliliği barındırıyor. Her sene, buradaki canlı çeşitliliğinin durumunu gözlemlemek için çalışmalar yapan ekibin, bu seneki çalışmaları için duyurusunu görünce kaçırmadım tabi.

Innes Park, Adelaide'a 5 saat uzaklıkta. Tüm yolculuğumuz boyunca tek görebildiğimiz şey alabildiğine tarım alanları ve boşluk. Ne bir ev ne bir yerleşim görebilmek pek mümkün değil. Hele de yol kenarında benzin istasyonları imiş, tesislermiş... Ne mümkün... Saatlerce yol alıp, karşımıza hiçbir şey çıkmayınca, hem depoyu fullediğimize, hem de yanımıza yiyecek birşeyler aldığımıza seviniyoruz. Zira bulduğumuz ilk benzin istasyonu, yola çıktıktan 3 saat sonra ulaştığımız minicik bir kasabada idi.



Innes Park genellikle haftasonu, sörf yapmak, balık tutmak isteyenlerin ve kampa meraklı olanların uğrak yeri. Park boyunca kurulmuş çeşitli alanlarda tuvalet ve duş sağlanmış karavan parkları var. Buralarda çoluk çocuk pek çok aileyi görmek mümkün.

Bir de parktan kiralayabileceğiniz barakalar var ki biz ekip olarak bu barakalardan birinde kaldık. İçinde ranzaların olduğu odalar, mutfak ve dışarısında duş ve tuvaletlerin bulunduğu küçük bir tesis. Amacımız bu parkın ev sahipliği yaptığı ve nesilleri tehlikede olan 115 canlı türünün de dahil olduğu pek çok canlının, parktaki popülasyonları hakkında bir fikir sahibi olmak idi. Tabii bu esnada parkı karış karış gezme şansımız da oldu.

Bu bölgenin en etkileyici yeri plajları. Dört bir yanını çevirmiş olan plajlar, sörfçülerin popüler uğrak noktaları. Her seviye sörfçüye uygun, dalgaları olan olan plajları var. En meşhur sörf yapılan plajı Pondalowie ve usta sörfçülerin gözdesi Chinaman gibi plajlar, önünüzde alabildiğine serildiğinde göz kamaştırıyor.





Parkın içinde bir çok yürüyüş parkuru var. Buradaki doğal alanlardan geçen yürüyüş yolları insana vahşi doğanın göbeğinde olma fırsatı veriyor. Özellikle kuş gözlemcilerinin tercih ettikleri patikaları da içeren parkurlar var her yerde.


Avustralya'da pek fazla yırtıcı hayvan olmasa da, dünyanın en zehirli on yılan türünün sekizi burada yaşıyor. Dikkatli olmakta fayda var. Bu senenin normalin üzerinde yağışlı geçmesinden ötürü, parktaki canlılık çok yüksekti. Her yerde bebekleri ile gezinen emuları görebiliyorduk. Park yetkilileri bizi emulara karşı da uyardılar. Yavrulara bakanlar erkek emularmış, dişi sadece yumurtlar ve gidermiş. Ve bu özverili babalar, yavrularını büyütürken, onları korumak için saldırgan olabiliyorlarmış. Bu yüzden emu görünce, mesafimizi koruyup, bir yandan da bize atağa geçip geçmeyeceklerini kontrol ediyorduk.


Emu aileleri...

Parkın aynı zamanda, tarihsel bir önemi de var. Burada uzun zaman aborjinler yaşamış. Ve park hala onların yaşam şekillerine ait izler taşıyor. Aborjinler, doğayla bütünleşik yaşayan insanlar olduğu için, onların izlerini görebilmek çok zor. Alışılagelmiş kültürler gibi, binalar ve benzeri kalıcı eşyalar, binalar inşaa etmemişler. Avlanmakta kullandıkları, ucu sivriltilmiş taşlar, tahtadan yapılmış bumeranglar genellikle "usta" gözlerin farkedebileceği doğal nesneler olarak duruyor. Bu yüzden, onların midye kırmakta kullandığı "taşları" görmek, su depoladıkları "kaya oyuklarını" farketmek için, aborjin bir rehberle gezmek gerek.


Yeraltı akiferleri ile beslenen, daimi bir su havuzu
Aborjinlerin, depolanan yağmur suyunu su kaynağı olarak kullandığı kaya oyukları

Parkın bir başka tarihsel yönü de burada eski bir maden yerleşimi olması. Beyaz göçmenler geldikten sonra, bu bölgede kireç taşı olduğunu keşfetmişler ve buraya Inneston isimli bir maden kasabası kurmuşlar. Yaklaşık 500 nüfuslu bu kasaba, kireç taşının ekonomik değerini yitirmesinin ardından boşaltılmış ve araziler, devlete satılarak bugün üzerinde durduğumuz Innes National Park haline gelmiş. Böylece bölge, doğal bitki örtüsünün en iyi korunduğu, ekolojik önemi olan bir bölge olarak önem kazanmış.

Sahil kuşları:
Red Capped Plover

Silver Seagull


Sooty Oystercatcher

Hooded Plover

Plajlar,plajlar plajlar...










Bir haftalık kamp boyunca, nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olan türlerin hala buralarda olduğunu tespit etmek, tüm haftaki yorgunluğumuza değdi. Tadına doyamadığım bir hafta oldu.

Küçük bir keseli türü olan: Pygmy Possum

Bu sefer plajlar benim için sadece nesli tehlikedeki türlerden olan Hooded Plover cinsi kuşların yuvalanıp yuvalanmadığını görmek için, kumsalda yürümek olsa da, yazın buraya gelip muhteşem, el değmemiş plajlarında yüzmek benim için yapılacaklar listesine eklendi bile.

18 Eylül 2011 Pazar

Victor Harbour - Güney Avustralya

Victor Harbour, Güney Avustralya'nın yarımadalarından biri olan Fleurieu Peninsula üzerine kurulmuş sevimli bir liman kasabası. Adelaide'in şehir merkezine uzaklığı yaklaşık 80 km. Yarım adanın en kalabalık nüfuslu bu kasabası, özellikle deniz ve sörf gibi yazlık turizm aktiveteleri ile ünlü olduğu kadar, doğa maceracılarını da kendine çekiyor. Bizim oraya gitme nedenimiz, işte bu maceralardan biriydi... Balina turu..




Southern Right Whales diye anılan balinalara ev sahipliği yapıyor Victor Harbour ve çevresi. Kış aylarında Antartik sularından bu kıyılara gelen balina sürüleri, burada yavruluyor ve ekim ayına kadar burada konaklıyorlarmış. Yani balina görebileceğimiz zamanlardayız ve bu bizim için görme fırsatını kaçıramayacağım bir macera.


Günübirlik turlardan birini seçiyoruz gitmek için. 1 saatlik bir yolculuk sonunda, muhteşem plajlar ve okyanus gözümünün önüne seriliveriyor. Vardığımızda küçük teknemiz bizi bekliyor. Tekne dediğime bakmayın, 10 kişilik küçücük bir bot. Rüzgardan ve okyanustan sıçrayacak sulardan korunmak için bize verilen yağmurluklar ve can yeleklerimizle, astronotlar gibi görünüyoruz. Artık gitmeye hazırız, teknemizde yerleşiyoruz.

Küçük tekne, kocaman dalgaların üzerinden hoplaya hoplaya geçerken kalbime heyecan basıyor. "Acaba görebilecek miyiz?" Kıyı boyunca, balina izlemeye gelmiş insanları da görüyoruz, ellerinde dürbünler onlar da balinaları bekliyor. Ben de kalbimdeki heyecanı bastırmaya çalışarak, yüzüme çarpan okyanus kokan rüzgarı içime çekerek anın tadını çıkarıyorum.

Yol boyunca, rehberimiz balinalar hakkında bilgi veriyor. Bu balinalar 1837'den 1860 ortalarına kadar öyle bir avlanmışlar ki, sayıları 200.000'lerden birkaç taneye kadar düşmüş. Kıyıya yakın sularda avlanan ve yavaş hareket eden balinalar olduğu için, avlanmak için "right" (doğru) balinalar olarak görüldüklerinden değişik bir isim olan "Right Whales" isimlerini de buradan almışlar. Sayıları ansızın o kadar azalmış ki, artık balina endüstrisi için yetmemeye başlamış böylece hayatta kalabilenler üremek ve beslenebilmek için daha güvenli sulara gitmeyi başarabilmişler.

Neyse ki artık koruma altındalar ve sayılarında artış gözlenmeye başlanmış. Tahmini olarak 7.000 civarında birey olduğu düşünülen bu balinalar, 1990'lardan beri Victor Harbour ve çevresine yeniden gelmeye başlamışlar. ve yeni bir kaynağın, "Balina İzleme" turizminin oluşmasını sağlamışlar. Balinaların rahatsız edilmemeleri için teknelerin balinaların yakınına gitmesi yasak ve büyük cezaları var.

Engin mavilikte nefeslerimizi tutarak beklediğimiz an nihayet sonuçlarını veriyor ve ilk su püskürtmelerin ardından, balinaları görebiliyoruz. Bulunduğumuz yerden bile çok uzaklar, ama gene de onların oradaki varlıklarını görmek ve izlemek muhteşem... Dakikalarca izliyoruz ve kendi adıma izlemeye doyamadığımı söyleyebilirim.



İkinci durağımız dönüş yolu üzerindeki kayalıklara yerleşmiş bir fok kolonisi. Onlara yaklaşıp daha yakından izleme fırsatı bulabiliyoruz. Tembel tembel kayalıklara uzanmış dinlenen bu foklar, "New Zealand Fur Seal" türüne aitlermiş.






Nasıl geçtiğini anlamadığımız tekne turumuzda zaman doluyor artık karaya dönüş vakti. Victor Harbour'da yapılacak diğer bir etkinlik de ana karaya bir köprü ile bağlanmış Granite Island'a yapılacak bir tur. Köprü üzerinden faytonlarla ada. Hatta şanslı iseniz, bu adada yaşayan ufak bir penguen türü olan Fairy Penguen'leri de görebilmek mümkün.





Ama biz tercihimizi, Victor Harbour'un merkezine gitmekten yana kullanıyoruz. Zira bugün, bu kasaba bir festivale evsahipliği yapıyor. "Rock'n'Roll" festival. Kurulmuş sahnelerde çalan Rock'n'Roll eşliğinde kostümleri ile dans eden insanlar. Ve her yere park etmiş, gıcır gıcır "eski" arabalar ile, bu kasaba bu gün, 60'lı yıllarını yeniden yaşıyor gibi... Biz de müziğe bırakıyoruz kendimizi...

Parti zamanıııı


Zaman Tüneli