14 Ağustos 2010 Cumartesi

Büyülü Bir Yer: Acarlar Longözü

WWF'nin sitesinde gördüğüm bir yazı ile rastladım bu büyülü mekana... Daha ilk giriş cümlesi, beni benden almıştı çoktan: "Siz hiç sular içinden yükselen bir orman görmüş müydünüz?" deniyordu.



Bir kenara not edildi ve İstanbul'un yakıcı kavurucu bu günlerinde, güzel bir kaçış noktası olabileceği için hemen gezi planlamasına dahil edildi. Nasıl gideceğimizin araştırmasını yaparken Acarlar Longözü hakkında okuduklarım beni daha da heyecanlandırdı.

Longöz subasar ormanlara verilen isimmiş. Denize doğru akan derelerin getirdiği kumların birikerek kıyılarda set oluşturması ve dere ağzını kapatması ile, suyun birikerek sürekli olarak tabanda kalması sonucu oluşan özel ekosistemlermiş. Bu tip oluşumlara nadiren rastlanırmış. Sonuç, tıpkı tropikal, yarı-tropikal bölgelerde görülen mangrov ormanları gibi, sucul bir ekosistem... İçlerinde önemli miktarlardabitki ve hayvan türlerini barındırdıkları için doğal hazine niteliğindeler. Ve bu nadir ekosistemlerden en büyükleri bizim ülkemizde... Değerleri, varlıkları bilinmeden yok olmamak için usul usul direnmekte....



Acarlar Longozu Türkiye'nin ikinci büyük ve dünyanın en büyük tek parça halindeki subasar ormanıymış. Buraya özgü endemik bitkilerin yanısıra, küresel ölçekte tehlike altına olan ve Bern Sözleşmesinde adı geçen bitki türleri de burada yaşamaktaymış. Ayrıca su menekşelerinin Türkiye sınırları içindeki tek yaşam alanı Acarlar Longozuymuş. Bu kadar bitki çeşidi olur da, kuşlar olmaz mı? Burası göçmen kuşların konaklama ve uğrak alanlarından biri, yılda 200'e yakın kuşu ağırlamakta. Pek çok tatlı su balığına da burada rastlamak mümkünmüş. Bütün bu zenginliği bünyesinde barındıran bu doğa mucizesi yer, İstanbul'a sadece 2,5 saat uzaklıkta üstelik

Tüm bu bilgileri öğrendikten sonra, böylesine bir maceraya atılmak için iyice sabırsızlanıyoruz. Bu kez yalnız da değiliz. Arkadaşlarımız da bize katılacak.

Nihayet pazar sabahına uyanıyoruz. İçimiz kıpır kıpır. Buluşup yola çıkıyoruz. Gidiş hakkında çok detaylı bilgi edinemedik, biraz doğaçlama takılmak zorunda kalıyoruz. Otobandan Adapazarı çıkışından çıkıyoruz, sonra önümüze gelen Ankara-Düzce ayrımından geçerek, Karasu istikametine doğru devam ediyoruz. Çok geçmeden Acarlar Longozu tabelasına rastlıyoruz. Rahatlamamızla beraber heyecanımız da artıyor.

Önce Yenimahalle, sonra İhsaniye yerleşimlerinden geçtikten sonra artık Acarlar Longozu girişindeyiz. Burada bir tesis var. Suyun üzerinde kurulmuş bir restorant aynı zamanda tekne turu ve deniz bisikleti gibi hizmetler de veriyorlar. Her yeri sarmış nilüferler, renk renk ördeklerle etraf daha şimdiden harika görünüyor.

Longozu gezmeye sabırsızlanıyoruz. Önce etrafında bir yürüyüş yolu var mı diye bakıyoruz. Ancak 20 metre sonra bitiyor... Tesis önümüzdeki aylarda 850 metre kadar bir yürüyüş yolu yapmayı planlıyormuş. Ancak bizim asıl istediğimiz, longozun içlerinde gezmek. Etrafta tekne göremiyoruz, su bisikleti kiralamayı düşünürken, ufuktan tekne görünüyor... İşletme sahibi Yılmaz Sütçü kendisi tekneyle gezdirip rehberlik ediyor insanlara.

Yılmaz Sütçü ve teknesi


Tekneye biniyoruz ve hemen ayakkabılarımızı fora edip, bırakıyoruz ayaklarımızı longozun sularına. Küçük tekne, yalpalana yalpalana giderken, ayaklarımızın üzerinden akıp giden, yüzümüze damlacıkları çarpan su hoşumuza gidiyor. Yılmaz Bey kimi yerlerde durup başlıyor bu büyülü yeri anlatmaya. Her halinden belli buraya tutkun olduğu. Bize hararetli hararetli anlatışından, bize bitkileri gösterirken onlara okşarcasına dokunuşu buraya ne kadar aşık olduğunun göstergesi..




Beyaz ve sarı nilüferlerden oluşan yeşillik tarlasında ilerlerken, burasının güzelliğinden adeta sarhoş oluyoruz. Önümüzden nilüfer yapraklarına basa basa kaşışan küçük su tavukları, zaman zaman rastladığımız su yılanları, kıyılarda uçarak uzaklaşan bir sürü küçük su kuşu görüyoruz.

Nilüferlerde koşturan su tavukları


Keyifli keyifli süzülen su yılanları


Yılmaz Bey, burada doğal yetişen zambakları ve laleleri gösteriyor. Ancak çiçeklerinin mevsimi değil sanırım sadece yeşil yapraklarını görebiliyoruz. Sonra teknemiz, artık boşaltılmış bir kaz yuvasının kenarında duruyor. Bu sadece belgesellerde görebileceğimiz bir manzara.


Nilüferlerin arasında görülen küçük kırçiçekleri çok ilgimizi çekiyor. Bunlar sadece sudan besinini almış, suda büyüyen çiçekler. Toprakla bağları yok ve tüm suyun yüzünde adeta bir papatya tarlası oluşturmuşlar.

Su üstünde büyüyen çiçekler

Nilüfer tarlasının ortasında duruyor ve çiçeğini yakından izleme şansı buluyoruz. Bu narin çiçek sabahları açıyor ve havanın kararması ile suyun altına girip sonlanıyormuş ömrü. Nilüferlerin yaprağının kendi kendine temizleme özelliği olduğu söylenir. Hakikaten de içinde durduğumuz nilüfer tarlasındaki nilüferler cilalı gibi pırıl pırıl. Yılmaz Bey, bir yaprak sapını veriyor bize. Üfleyince, tıpkı bir kamış gibi hava geçiriyor bu sap. Nilüferin suyun altına havanın oksijenini bu yolla nasıl aktardığını anlatıyor bize Yılmaz Bey.



Daha sonra asıl longoz olan noktaya geliyoruz. Burası başladığımız noktadan 4 kilometre uzaklıkta. Yaz mevsimi olduğu için suların yüksekliği nispeten az olduğundan, ağaçlık ve ormanlık alanın içlerine doğru ilerleyemiyoruz. Yağışlarla beraber artan su yüksekliği ile bu ağaçların altında da ilerlenebiliyormuş ve özellikle de ilkbaharda kuş cenneti haline geliyormuş. Bu mevsimlerde gelmeyi yapılacaklar listesine ekleyip, tadı damağımızda kalarak longozde dönüş yoluna koyuluyoruz.

Kıyıya geldiğimizde, restorana oturup ördeklere ekmek atıp biraz vakit geçirdik. Renk renk ördeklerin ekmek kapışmak için birbiri ile yarışmasını izlemek çok eğlenceliydi. Ördek gurubunun içine katılmış bir kaç yabani ördek bile vardı. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadık bile... Gönlümüzün bir parçasını bu mucizevi yerde bırakarak İstanbul'a dönüyoruz.

Evcil ve yabani ördekler yan yana


Longoze son bakış


PS: Her ne kadar fotoğraflar 14.08.2010 saat 23.00 ü gösterse de aslında günlerden 15 Ağustos Pazar ve gündüz gerçekleşiyor bu gezimiz :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder