20 Temmuz 2010 Salı

YÜZYILLARDIR SÖNMEYEN ATEŞ YANARTAŞ (CHIMERA) - ÇIRALI

Olimpos’a kadar gelmişken efsanelere de konu olan Yanartaş’a (Chimera) çıkmadan olmaz diyoruz. Yanartaş Olimpos’un kuzeydeki sahil komşusu, Çıralı plajının yamaçlarında, sahilden yaklaşık 335 metre yükseklikte bulunuyor. Yanartaş, Khimera ismini mitolojik ateş saçan yaratık olan Chimera’dan almış.

Gerek efsanesi, gerek ilginç bir doğa olayı olması sebebi ile gerçekten görülmeye değer. Bu özellikleri ile de her sene kendine doğa aşığı turistleri çekiyor. Efsane demişken önce Yanartaşın efsanesinden bahsetmek istiyorum. Mitolojideki ünlü Bellerophontes efsanesi burada geçtiği varsayılır. Efsane şöyle:

Argostaki Ephyrra kralı Glaukos’un oğlu at aşığı Hipponoes, bir av partisi sırasında kazayla erkek kardeşi Belleos’u öldürdüğü için babası tarafından şehirden kovulur. Bu olaydan sonra ona Bellerophontes yani “Belleos’u yiyen” derler. Ege denizini geçerek Anadolu’ya gelen Bellerophontes burada kendisine yeni bir yaşam kurar ve yöre krallarından biri olan Tyrins Kralı Proitos’un yanında hizmetkar olarak çalışmaya başlar. Çeşitli kaynaklar Bellerophontes’in Tanrıların öğünerek yarattığı bir “erkek güzeli” olduğunu söyler. Bu nedenden olsa gerek kralın genç ve güzel karısı Antenia; Argos’un eski valiahtı Bellerophontes’e aşık olur ve duygularını delikanlıya açıkça belirtir. Ancak Bellerophontes, yanında çalıştığı kralın karısı ile bu tür bir ilişkiye giremeyecek kadar onurludur ve kraliçeyi reddeder. Kraliçe bunu kendisine yediremez ve çok sinirlenir. Krala gider ve Bellerophontes’in kendisine zorla sahip olmak istediğini ve karşı koyması sonucu ancak kurtulabildiğini söyler. Kral küplere biner. Çok kızmıştır ancak gene de delikanlıyı öldürmek istemediği için, Bellerophontes’i çağırır ve eline bir mektup vererek, mektubu kayınpederi olan Likya’daki Xhantos kralı Iobates’e götürmesini emreder. Mektupta, “Bu mektubu getiren şahsı bu dünyadan kopar. O ki karıma, yani senin kızına tecavüz etmek istedi” ifadesi yer almış olup mektubu getiren Bellerophontes’in derhal öldürülmesi gerektiği yazılıdır.

Yola çıkan Bellerophontes, Xhantos’a gelir ve yanında taşıdığı mektubu krala teslim eder. Kral onu 9 gün boyunca şölenler yaparak misafir eder. Onuncu gün mektubu alıp okuyan kral önce şaşırır. Ancak Bellerophontes’in saflığı ve temiz görünümünden oldukça etkilenir ve delikanlıyı doğrudan öldürmek istemez. Ancak onun ölmesi gerektiğini anladığından, Bellerophontes’ten Tahtalıdağı’nın çevresinde yaşayan ve ülkesini tehdit eden Khimera canavarını öldürmesini ister. Khimera başı aslan, ortası keçi, kuyruğu ise yılan görünümünde olan bir yaratıktır. Ağzından ve burnundan alevler saçmaktadır.

Görevi alan Bellerophontes yola koyulmadan önce kahin Polydeus’a danışır ve kahin ona uçan at Pegasus’u yakalayıp ehlileştirmesini öğüt verir. Bellerophontes bütün uğraşına rağmen atı yakalayamaz ve yine Kahin Polydeus’un önerisi üzerine Athena Tapınağına gider ve geceyi bu zor görevde kendisine yardım etmesi için Zeka tanrıçasına yalvarmakla geçirir.
Uykuya dalınca onun güzelliğine vurulan Tanrıça Athena Bellerophontes’in rüyasına girer ve
- “Uyan Bellerophontes, uyan... Pegasos’u yakalayabilmen için sana şu gemi getirdim. Bunu al; çünkü ancak bu gemle o asi hayvanı yumuşatır ve sırtına binebilirsin. Haydi git; fakat görevine başlamadan önce, atlara binmek sanatını öğreten tanrıya bir boğa kurban etmeyi unutma.” diyerek kendisine kanatlı at Pegasus’un gemini verir ve su içmeye gelen kanatlı at Pegasus’un ağzına altın gemi taktığında, Pegasus’un onun emrine gireceğini ekler. Bembeyaz ve kanatları olan at aslında, Perseus’un başını kestiği Medusa’nın kanlarından doğmuştur. Uyandığında altın gemi yanında bulan Bellerophontes yola çıkar.

Akşamüzeri, Bellerophontes Pegasus’a bugünkü Akdağ’ın olduğu yerde bir pınar başında rastlar. Pegasos’un havadan süzülerek kaynaktan su içmeye indiğini görür. Aniden atın kulağından tutarak altın gemi atın ağzına geçirerek kanatlı at Pegasos’u yakalar ve ona binerek havadan Khimera’nın yaşadığı yere gelir. Pegasos ile beraber Tahtalıdağ’a ulaşan Bellerophontes, dağın zirvesine yakın bir yerden canavarın hareketlerini kontrol eder. Khimera onları görünce ateşler püskürterek yok etmeye çalışır ama Pegasos’un akıllı bir manevrası sayesinde alevleri atlatıp yanmaktan kurtulurlar. Bellerophontes, oklarını ve mızraklarını hazırlar ve karşı saldırıya geçerek, canavarın üzerine uzaktan ok ve mızrak yağdırmaya başlar. Khimera yaralanmıştır ama hala direnmektedir. Bellerophontes son mızrağını yakından ve öyle güçlü fırlatır ki, Khimera yerin yedi kat altına gömülür. Yalnız alevden dili zararsız bir şekilde yeryüzünde kalır. Söylentiye göre bugün o yere giden insanlar hala bu canavarın kükreyişini alev çıkan yerlerden duyarlar.

Geri dönen Bellerophontes’e kral daha pek çok zor işler vermişse de o hepsinin hakkından gelir. Bunun üzerine kral onun Tanrı soyundan geldiğine inanarak, kendisine pek çok armağanlar verir ve kızıyla evlendirir. Bellerophontes Poseidon’un soyundan gelmektedir. Bu evlilikten üç çocuğu olur bunlardan kızı Laodemia’nın Zeus ile ilişkisinden Sarpedon doğar ve büyüyünce Likya kralı olur, Troya savaşına katılır.

Bellerophontes'in sonu ise kendi elinden olmuştur. Elde ettiği başarılardan başı dönen Bellerophontes "benim yerim de tanrıların sofrasıdır" diyerek Olympos'a çıkmak ister. Ancak buna kızan Zeus Pegasos’a bir at sineği musallat eder ve sinekten rahatsız olan Pegasus silkinince Bellerophontes aşağı düşer. Ölmez ama sakat kalır; bacağı kırılmış ve kör olmuştur. Bir müddet bu şekilde yaşadıktan sonra, Bellerophontes bir dilenci olarak, kimsenin haberi olmadan ölür gider.


Yanartaş, Yanar Dere Vadisinin güney yamacındaki kayaçların içinden, 3 ayrı noktadan çıkarak yanan doğal gaza yöre halkının verdiği isimdir. Burada eski bir volkan olan bu bölgede, depremle oluşan çatlaklardan yeryüzüne sızan doğalgaz, havanın oksijeniyle birleşerek antik devirlerden beri yanmaya devam etmekteymiş. Eskiden daha güçlü olan ateş, zamanla küçük ama çok sayıda aleve dönüşmüş. Bazı kaynaklar, günümüz olimpiyat oyunlarının ilk kutsal ateşinin buradan geldiğini yazmaktaymış.


Gaz çıkış bölgelerinden en çok ziyaret edileni Yanartaş-1 olarak nitelendirilenmiş. Elimizdeki kaynağa göre Yanartaş-1’de, Yanar Dere vadisinin batı yakasında, yamacın deniz seviyesinden 165m yüksekliğindeki noktasından başlayarak, 180 metreye kadar yükselen 80 metre uzunluğundaki meyilli yüzey üzerinde, dört ayrı seviyede sürekli yanan gaz çıkışları mevcutmuş.

Bu Yanartaşın yaklaşık 500 metre kuzeybatısında, deniz seviyesinden 335 metre yükseklikte ikinci bir Yanartaş daha bulunmaktaymış. (Birincisinden 155 metre daha yüksekte). Daha doruk seviyesinde yer aldığı için, panoramik manzarasının çok güzel olduğu söylense de, iki Yanartaş arasındaki sarp yamacı aşma zorluğu sebebi ile, buraya Çıralı’dan ulaşmak yerine, Ulupınar – Karadere bağlantılı patika ile ulaşım tercih ediliyormuş.

Bizim hedefimiz, Çıralı’dan ulaşılacak olan birinci Yanartaş. Akşam yemeğinden hemen sonra hazırlıklarımızı yapıyoruz. Küçük sırt çantamıza şarabımızı ve sucuğumuzu koyuyor, patikada yürüyeceğimiz ayakkabılarımızı giyiyor ve fenerlerimizi de yanımıza alıyoruz. Artık Yanartaş’a çıkmaya hazırız.

NASIL GİDİLİR?
Olimpos’tan çıralıya direkt araba yolu bulunmadığı için öncelikle, Olimpos’a geldiğimiz 11 km’lik asfalt yoldan önce sapağa çıktık. Sapaktan Antalya yönüne doğru ilerleyip, hemen ilerideki Çıralı sapağından içeri girdik.. Yol boyunca portakal, mandalina bahçeleri içerisinde yol üzerine dizilmiş pek çok tesis görüyoruz. Yaklaşık 11 km kadar sonra da Çıralı’ya ulaştık. Yanartaş’a gitmek için, Çıralı girişindeki köprüden geçerek yaklaşık 3-3,5 kilometre sonra, Yanartaş (Khimera) ören yerine ulaştık. Ören yeri girişi ücretli ve 3,5 TL. Önce karşımıza çam ağaçları altında, Arnavut kaldırımı gibi taşlarla döşeli bir yoldan geçiyoruz. Daha sonra, Yanartaş’a çıkacak olan patikaya ulaşıyoruz. Patikanın girişindeki işaretten gördüğümüz kadarı ile, 800 metre kadar patikayı tırmanacağız. (Sonradan öğrendiğimize göre patikanın eğimi %10 muş). Yaklaşık 20 dakika süren bu tırmanışta, ormanlık alandaki patika karanlık ve fenerlerimiz burada oldukça işe yarıyor. Feneri olmayanlar için ise, ören yeri girişinde kiralık fener bulabilmek mümkün. Patika sona erdiğinde, patikanın hemen sonunda bir kalıntı ilerisinde de Yanartaşların olduğu tepe görülüyor.



Ormanın içerisinde, açıklık bir alan burası, üzerinde hiçbir bitki örtüsü olmayan kayaçlardan oluşuyor. 20 kadar alev bacası sayıyoruz. Bu alan eski çağlarda da kutsal alan olarak yorumlanmış. MÖ. 4. yüzyıldan beri yazarlar metinlerinde bu gizemli alevlerden söz etmekteymiş.



Bu yörede Romalılar ve Bizanslılar’dan kalma yapılar da var.

Bölgede bulunduğu bilinen en eski yapı, ilkçağlarda Hephaistos'a adanmış olan bir tapınakmış. Günümüzde bu yapıdan geriye çok az bir kalıntı kalmış. Az evvel yanından geçmiş olduğumuz, ateşin bulunduğu yerin yakınlarındaki kalıntılar ise antik bir Bizans Kilisesine aitmiş. Bu kalıntı üzerinde henüz kazı yapılmamış olsa da, kilisenin erken Bizans dönemine ait olduğu (muhtemelen M.S 6yy) ve kilisenin Hephaistos’a adına tapınağının kalıntıları üzerine yapıldığı ve eğer kilisede bir kazı yapılırsa olasılıkla tapınağın temellerine ulaşılacağı düşünülmekteymiş.


Burada hemen kısa bir mitolojik mola daha verelim. Hephaistos (Romalılar Vulcanus adıyla tapınırlar), Yunan mitolojisinde, Zeus ile Hera’nın oğlu olup, demirci tanrı olarak bilinir. Tanrıların arasında en çirkin olan olmasına rağmen, hem onlar hem de insanlar arasında en sevilen tanrıymış. Her türlü madeni işleyip, olağanüstü güzellikte eserler yaratırmış. Olimpos'taki görkemli saraylar onun elinden çıkmış. Tanrılar ve kahramanlar için en güzel silahları yapmış. Zeus'un emriyle insanları cezalandırmak için gönderilen ilk kadın Pandora onun eseriymiş.

Olimpos'ta mezarlara zarar veren kişilere kesilen ceza, çoğunlukla Hephaistos tapınağı hazinesine ödenirmiş. En önemli Yunan tanrıları arasında sayılmayan Hephaistos'un Olimpos'taki üstün konumu, Yanartaş'ın varlığından kaynaklanırmış. Bu ateşin yakınlarında on-on iki yazıt bulunmuş ancak bunlar ne ateşe de Hephaistos'a değinmekteymiş ve çoğu çeşitli yurttaşların betimlendiği heykellere ait kaideler üzerinde yer almaktaymış.


Alevlerin bulunduğu yerin yakınına gidiyoruz. Yamaç ormanlık olmasına rağmen, bulunduğumuz yer gri-beyaz kayaçlardan oluşan, yaklaşık 50 metrekarelik, bitkilerden tamamen yoksun kalmış çıplak bir alan. Buradaki 50-100 cm’lik genişlikteki, derin çukurlarda ateşler yanıyor. Gündüz saatlerinde fazla göze çarpmayan alevler, gecenin bu saatlerinde oldukça etkili görülüyor. Söylendiğine göre, gecenin bu saatlerinde aşağıda Çıralı’daki pansiyonlardan, hatta açık denizden bile alevler görülebiliyormuş.


Yanartaş ile ilgili çok sayıdaki antik kaynak, ateşin suyla söndürülemeyeceği, bunun ancak ve ancak üzerine taş ve toprak atıldığında başarılabileceği konusunda uzlaşmış - ne var ki, ateşin yeniden yanmaya başlaması kaçınılmazmış. Ufak bir çıkıntıdan çıkan ateşi söndürmeyi deniyoruz ve üfleyerek söndürebiliyoruz. Daha büyük ateşlerin de suyla veya toprakla söndürülebileceğini düşünüyoruz. Ancak ilginç olan şey, ateşin bir süre sonra kendiliğinden yeniden alev alması oldu. Söndürülen alevler 10-15 dakika sonra kendiliğinden yanıyor. (Daha sonra öğrendiğimize göre, ateşlerin bu olağandışı özelliği eski zamanlardan beri merak uyandırmış. Sadece ateş yandığında duyumsanan kokuyu kimisi iyot, kimisi havagazı, kimisi de benzin kokusuna benzetmiş. Yapılan araştırmalara göre gazın zararsız olduğu belirtilmiş. 1882 yılında Türkiye’ye Likya konusunda araştırma yapmak için gelmiş Arkeolog Felix von Loschan'ın belirttiği ateşin yanına yaklaşıldığında hafif bir petrol kokusu almış. 1967'de yapılan analizler, ilk ağızda gazın düşük oranda metan içerdiğini ortaya koymuş. Şimdi düşünüyorum da, hakikaten de ateşin başındayken yakmak için hafif benzin dökülmüş bir mangal dumanının kokusu gibi kokuyordu.)

Kamp ateşine benzeyen ateşlerden birinin yanına oturuyoruz. Yanımızda getirdiğimiz sucukları ölümsüz Olimpos ateşinde pişiriyor ve ay ışığının altında şarabımızı yudumluyoruz. Antik zaman günümüze, biz antik zamana karışıyoruz… Ateş başındaki sohbetlerin tadı damağımızda, bu macerayı yeniden tekrarlamak hayali ile, geceyarısı konakladığımız yere doğru dönüş yoluna koyuluyoruz.

2 yorum:

  1. Çok güzel anlatmışsınız, henüz gidemedim, fakat sayenizde neredeyse gitmiş kadar olduk.

    YanıtlaSil
  2. Tebrik ederim, güzel bir anlatım, belli ki benim de defalarca gitmiş olduğum bu güzel yerden keyif almışsınız.

    YanıtlaSil